Çatalhöyük’te günlük yaşam, hem yerleşkenin içerisinde hem de etrafını çevreleyen alanlarda geçmekteydi. Genellikle aynı beslenme alışkanlıklarına sahip olduklarının saptandığı iskelet analizlerinin de gösterdiği üzere kadınlar ve erkekler oldukça benzer hayatlar sürmekteydi. Kadınların doğum sırasında ölme riski gibi bebeklerin ölüm oranı da oldukça yüksekti. Fakat genellikle sağlıklı ve etkin bir hayat sürüyorlardı. Balık ve biftek gibi hayvan ürünlerinin yanında arpa ve buğday gibi bitkileri de içeren çeşitli bir beslenme yelpazesi vardı. En dikkat çekici şeylerden biri ise, öldükten sonra insanları evlerin zeminlerinin altına gömüyor olmaları. Ölü bedenler genellikle sıkı bir şekilde bükülür ve çok az ya da hiç eşya olmadan basit bir mezarın içerisine yerleştirilirdi.
O dönemde yaşayan insanlar, seramik materyallerinin yanında işlenmiş obsidyen ve kemikten aletler de yapıyordu. Obsidyenleri ve kemikleri sadece yaşamlarını sürdürmek için değil, aynı zamanda kil heykelcikler gibi ilginç objeler yaratmak için de kullanıyorlardı. Aletlerin birçoğu çok güzel bir şekilde tasarlanmıştı. Obsidiyen, Kapadokya’dan ve Doğu Anadolu’dan sağlanmıştı ve hatta bazı tüccarlar sepet ve kabuklar için Kızıldeniz’e kadar gitmişlerdi. Bu insanlar sanata ve estetiğe önem veren insanlardı.
Şaşırtıcı bir şekilde, böylesine büyük bir yerleşke için yemek, aletler ve diğer kaynaklar tüm halk tarafından eşit bir şekilde paylaşılıyordu. Çatalhöyük’teki ritüel aktiviteler ise avlanma, ölüm ve hayvanlar etrafında dönmekteydi. Yabani öküzlere ziyafetler için ihtiyaç vardı. Leoparlar ve ayılar ise muhtemelen özel bir anlam taşıyordu. Günümüzde birçok insan, bulunan birçok sayıdaki dişi heykelciklerine dayanarak Ana Tanrıça’ya tapıldığına inanıyor. Fakat yakın tarihte yapılan veri yorumlamaları da gösteriyor ki, daha fazla olmasa da dişi heykelcikler kadar erkek heykelcikler de oldukça yaygın. Her türlü eşitliğin Çatalhöyük’ün insanları için en önemli unsurlardan biri olduğu açıkça görülüyor.
Add new comment